Anonim ve Limited Şirketlerde Vergi Usul Kanunu Yönünden Cezai Sorumluluk
Anonim ve limited şirket yönetim kurulu başkan ve üyelerinin cezai sorumluluğu ile ilgili çalışmamızda, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan cezaların şahsiliği prensibi dikkate alınacaktır. Gerek Anayasa’mızın 38. maddesinde, gerekse 5237 sayılı TCK’nin 20. maddesinde düzenlenen cezaların şahsiliği prensibi ile ilgili hükümler şu şekildedir:
Anayasa’mızın 38. maddesinde, “Ceza sorumluluğu şahsidir” ibaresi açıkça yer almış, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nin 20. maddesinde, “Cezaların Şahsiliği” prensibi, “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz” şeklinde ifade edilmiştir.
Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, suç failinin cezadan bizzat sorumlu olması ve failin dışındaki üçüncü kişilerin suç olarak nitelendirilen davranış için cezalandırılmamalarını ifade etmektedir[1].
Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ile ceza hukukunda kusur sorumluluğunun esas alındığı, objektif sorumluluk yani kusursuz sorumluluk halinin terk edildiği anlaşılacaktır. Nitekim 5237 sayılı TCK’nin 23. maddesinde kişiye kusurundan daha ağır bir ceza verilemeyeceğine ilişkin hüküm yer almaktadır. Bu hüküm, “Bir fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekmektedir” şeklindedir. Bu hükme göre kişinin kusurundan daha ağır bir cezaya da hükmedilemeyecektir [2].
Bu açıklamalardan sonra anonim şirket ve limited şirket yönetim kurulu üyelerinin cezai sorumluluklarını 213 sayılı Vergi Usul Kanunu yönünden değerlendirmek gerekmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinin 1. fıkrasında tüzel kişilerin mükellef ve vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, aynı kanunun 333. maddesinin son fıkrasında bu kanunun 359. maddesinde yazılı fiillerin işlenmesi halinde bu fiiller için 359. ve 360. maddelerde öngörülen cezalar “bu fiilleri işleyenler hakkında” hükmolunur hükmü yer almaktadır.
Uygulamada bir anonim şirket ile ilgili Vergi Suçu Raporu tanzim edilerek ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesi halinde, anonim şirketin yönetim kurulu başkanı ve tüm yönetim kurulu üyelerinin ifadeleri alınmaktadır. Ayrıca anonim şirket, aile fertlerinden oluşmakta ise, tüm aile fertleri hakkında davaların açıldığı da görülmektedir. Hâlbuki yasal düzenlemeler, bazı tebliğler ve Yargıtay’ımızın bu konudaki kararları dikkate alındığında yönetim kurulu başkan ve tüm yönetim kurulu üyeleri hakkında dava açılmaması gerektiği anlaşılacaktır.
Türk Ticaret Kanunu’nun 317. maddesine göre anonim şirketler, “İdare meclisi tarafından idare ve temsil olunur” hükmü ile aynı kanunun 319. maddesinde, “İdare ve temsil işlerinin idare meclisi arasında taksim edilip edilmeyeceği, edilecekse bunun nasıl yapılacağı tespit olunur. İdare meclisinin en az bir azasına şirketi temsil salahiyeti verilir” hükmü yer almaktadır. Öncelikle şirketin hangi üyelerinin şirketi temsil ve ilzama yetkili olup olmadıkları tespit edilmesi gerekmektedir.
Nuri Ok ve Ahmet Gündel, Vergi Kaçakçılığı Suçları adlı eserlerinin 46. sayfasında anonim ve limited şirketlerde cezai sorumlulukla ilgili şu ibarelere yer vermektedir. “Tüzel kişilerde sorumluluk başlıklı bölümdeki genel açıklamalarda da belirtildiği gibi kanuni temsilcilerin sorumluluğundaki ölçü, olayın mahiyetine göre fiilin ayrıntılarını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilcilerin ceza muhatabı sayılmalarıdır. Yoksa yasalarda veya sözleşmelerde gösterilen kanuni temsilcilerin tümü değildir [3].”
14.07.1981 tarihli Resmi Gazete’nin 17402 sayısında yayımlanan, Vergi Usul Kanunu’nun 143 Sıra No’lu Tebliğinde; “Ceza davalarında Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi gereğince yönetim kurulu üyelerinin tamamının sorumlu tutulmaması gerektiği, yönetim kurulu üyelerinin şeklen sorumlu oldukları, işlenen suçun ayrıntılarını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilcileri cezalandırmak gerektiği ifade edilmiştir [4].”
Yine Maliye Bakanlığı 18.06.2002 tarih ve Resmi Gazete’nin 24789 sasısında yayımlanan 306 Seri No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde de cezaların şahsiliği prensibi ilkesi esas alınmış, bilmeden sahte ya da muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanılması halinde suç duyurusunda bulunulmaması gerektiği ifade edilmiştir [5].
Yargıtay’ımızın kararlarına bakıldığında da bu açıklamaların istikrar kazanmış olduğu görülmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun istikrar kazanmış 17.12.1990 tarih ve 1990/9-312 E.,1990/349 sayılı kararında “şekli sorumlu olan kanuni temsilcinin cezalandırılamaması gerektiği, suçun ayrıntısını bilen kişilerin cezalandırılması gerektiği” belirtilmiştir.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 9.5.2002 tarih ve 2002/1198 E., 2001/3995 sayılı kararında “suçun eylem ve fikir birliği içinde işlenmediğinin anlaşılması halinde cezai sorumluluk, cezanın şahsiliği prensibine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar dikkate alınıp suçun ayrıntısını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilciye ait olur. Buna göre temsil yetkisinin bölüşümüne ilişkin önceden belirleme, işbölümü ve gerektiğinde vergi dairesine beyannamelerin hangi temsilci tarafından verildiği de sorulmak sureti ile suça konu olan sahte faturaları temin eden ve kullanan temsilci tespit edilerek cezai sorumluluğun tayin ve takdiri gerekir” şeklindeki gerekçe ile kanuni temsilcilerin sorumluluğu ile ilgili “cezaların şahsiliği” ilkesinin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu kararları çoğaltabilmek mümkündür[6].
Limited şirketlerde durum
Limited şirketlerde ise benzer açıklamaları tekrarlamakla birlikte temsil yetkisindeki sorumlulukla ilgili düzenlemelere temas etmek faydalı olacaktır. Limited şirketlerin temsili Türk Ticaret Kanunu’nun 540. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede “Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar” hükmü yer almaktadır. Yine maddenin ikinci fıkrasına göre şirketin temsil ve ilzamı ortaklardan bir ya da bir kaçına devredilebilir.
Limited şirketlerde kanuni temsilcinin birden fazla olması halinde tüm temsilcilerin sorumlu olması cezaların şahsiliği prensibine aykırı olacaktır. Bu sebeple cezai sorumluluk tüm temsilcilere değil, fiilin ayrıntılarını bilen ve oluşumunda rol oynayan temsilcilere aittir.
Vergi mükellefleri bazı durumlarda işlerini vekâletname ile yürütebilirler. Vergi borcundan dolayı vergi dairesine karşı vekil değil asil sorumlu olacaktır. Ancak cezai sorumluluk açısından bu kez asil değil, vekâleten işi yürüten kişi sorumlu olacaktır.
Gerçekten Yargıtay 11. Ceza Dairesi 16.12.1999 tarih ve 7580-2272 sayılı kararında, kendisi vergi mükellefi olmasına rağmen, işlerini vekâleten eşinin idare ettiğini belirten sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararını bozmuş ve söz konusu vekâletname aslının getirtilmesini, savunmanın değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak yine Yargıtay’ımızın kararlarına göre, vekâletnamenin mutlaka noter tarafından düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir [7].
Bunun yanında Yargıtay 11. Ceza Dairesi verdiği bir kararında ticari şirket çalışanı, kanuni temsilcinin istek, irade ve onayı olmadan işlemiş olduğu fiillerden dolayı kanuni temsilcinin cezai sorumluluğunun olamayacağını belirtmiştir [8].
Adi şirketlerde de durum yukarıda belirtilen hususlara paralellik göstermektedir. Yargıtay’ımızın uygulamalarına göre adi şirketle ilgili olarak da fiilin ayrıntısını bilen ve oluşumunda rolü olan ortak hakkında dava açılması gerekmekte, yalnızca ortak olması dikkate alınarak hakkında iddianame tanzim edilmemelidir.
Sonuç
5237 sayılı TCK’nin 20. maddesinde ve Anayasa’mızın 38. maddesinde yer alan cezaların şahsiliği prensibi gereğince kanuni temsilcilerin tamamı değil, fiilin ayrıntısını bilen, oluşumunda rolü olan ortak ya da yönetici hakkında dava açılması gerekmektedir. Suçlamaya konu olaya fiilen iştirak etmeyen, ayrıntısını bilmeyen, oluşumunda rolü olmayan, yönetim kurulu üyesi ve hatta yönetim kurulu başkanı hakkında dava açılmamalıdır.
Av. Mustafa Tırtır
—-
[1] İÇEL, Kayıhan – SOKULLU AKINCI, Füsun – ÖZGENÇ, İzzet – SÖZÜER, Adem – MAHMUTOĞLU, Fatih Selamı – ÜNVER, Yener, Yaptırım Teorisi, İstanbul 2000. sh.14.
[2] PARLAR, Ali – HATİPOĞLU, Muzaffer, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara 2007. sh. 182., 235.
[3] OK, Nuri, GÜNDEL, Ahmet, Vergi Kaçakçılığı Suçları, Ankara 2002, sh 46.
[4] http://www.alomaliye.com/vuk_tebligleri/vuk_143.htm (Erişim tarihi 11.04.2011)
[5] http://www.itimat-ymm.com/Dokumanlar/VergiMevzuati/72/GT/306.doc (Erişim tarihi 11.04.2011)
[6] Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 4.10.2000 tarih ve 3054/4138 sayılı kararı, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 15.11.2000 tarih ve 4873/5128 sayılı kararı, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 18.12.2000 tarih ve 5373/5719 sayılı kararı, OK, Nuri, GÜNDEL, Ahmet, Vergi Kaçakçılığı Suçları, Ankara 2002, sh 53-67.
[7] OK, Nuri, GÜNDEL, Ahmet, Vergi Kaçakçılığı Suçları, Ankara 2002, sh 37- 38.
[8] Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 27.09.2001, 5007-8710 sayılı kararı, Bkz. OK, Nuri, GÜNDEL, Ahmet, Vergi kaçakçılığı Suçları, Ankara 2002, sh 65-66.
—
Bu içerik daha önce İdeal Hukuk dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.