YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI

MÜTESELSİL SORUMLULUK • TAZMİNAT HESABI • KUSUR ORANI

ÖZET: Davacının müteselsil sorumluluk ilkesine dayanarak seçimlik hakkını kullanarak müteselsil borçlulardan bir tanesine karşı açtığı tazminat davasında; Dava dışı olan diğer müteselsil borçluların da dâhil olduğu tüm kusur oranına göre tazminat hesabı yapılmalıdır. Bu nedenle sadece davalı gösterilen borçlunun kusur oranına göre tazminat hesaplanması doğru olmamıştır.

  1. HGK E: 2015/837 K: 2019/253 T. 07.03.2019

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine,

2-Dava, iş kazası nedeniyle sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile taleple bağlı kalınarak 1.000,00 TL maddi tazminatın ve 50.000,00 TL manevi tazminatın 18.09.2010 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; iş kazası sonucu davacı sigortalının sürekli iş göremezlik oranının % 50 olduğu, SGK Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından olayın iş kazası olduğunun tespit edildiği, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda olayın meydana gelmesinde işveren davalı şirketin % 20, dava dışı karşı araç sürücüsünün % 40, davacı işçinin % 40 oranında kusurlu olduklarının belirtildiği anlaşılmaktadır.

Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen 818 sayalı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi(tam dayanışmalı sorumluluk) ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen Borçlar Kanunu’nun 51. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 60. maddeleri(eksik dayanışmalı sorumluluk) uyarınca davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.

Teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanmak için, zarara uğrayanın, daha geniş bir deyimle alacaklının talebi gereklidir. Somut olayda; dava dilekçesinin içeriğinden yol genişletme çalışması sırasında karşı yönden gelen aracın kendisine çarpması ile trafik iş kazası geçirerek yaralanan davacının, seçimlik hakkını kullanarak davalı işveren aleyhine müteselsil sorumluluk esasına dayanarak maddi ve manevi tazminat isteminde bulunduğu anlaşıldığından, davacının kusur oranı dışındaki toplam kusurun % 60 olduğu gözetilerek maddi tazminat hesabı yapılması gerekirken, hükmün gerekçesinde sadece işverenin kusuru esas alınarak hesaplama yapılması doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili; müvekkilinin Balıkesir-Manisa yolunun 17 ile 500. kilometresinde yol yapım işini üstlenen davalı şirkette laboratuvar teknisyeni olarak çalıştığını, davacının kazanın meydana geldiği 19.08.2009 tarihinde iş makinesi tarafından yola fırlatılan taş parçasını yoldan almaya Yargıtay Kararları 277 çalışırken MY’nin sevk ve idaresinde bulunan 72 AD 566 plakalı aracın çarpması neticesinde yaralandığını ve sol bacağının kesildiğini, olayda müvekkilinin bir kusurunun bulunmadığını, kusurun davalı işverene ait olduğunu ileri sürerek meydana gelen iş kazası nedeniyle 1.000,00TL maddi tazminat ile 100.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı… Taah. İnş. San. ve Tic. A.Ş. vekili; meydana gelen kazada müvekkili şirketin bir sorumluluğunun bulunmadığını belirterek haksız olarak açılan davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; iş kazası nedeniyle davacıda %50 oranında sürekli iş göremezlik kaybının oluştuğu ve bu oranın kesinleştiği, durumun tespiti amacıyla bilirkişi kurulundan aldırılan raporlarda kaza nedeniyle davacının %40, davalı şirketin %20, kazanın meydana gelmesine neden olan 3. kişi MY’iın ise %40 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği, raporların iş güvenliği mevzuatı hükümlerine uygun olduğu, bu durumda davacı lehine maddi tazminata hükmedilmesinin doğru olacağı; diğer yandan olayın oluş şekli, tarafların kusur oranları, olay tarihi, davacının yaşı, maluliyet oranı birlikte değerlendirildiğinde davacı için manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davalı şirketin %20 kusuruna isabet eden ve hesaplanan 2.066,29TL tutardan dava dilekçesinde istenilen miktar (1.000,00TL) dikkate alınarak ve taleple bağlı kalınarak maddi tazminat talebi yönünden davanın kabulüne, manevi tazminat talebi yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece; dava dilekçesinin içeriğinden davanın sadece davalı şirkete karşı açıldığı, davacının, “teselsül hükümlerinden yararlanmak” şeklinde bir talebinin bulunmadığı dikkate alındığında, dava konusu olayın meydana gelmesinde kusuru bulunan dava dışı 3. kişi MY’nin kusuruna isabet eden maddi zararın davalı şirketten tahsilinin mümkün olmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı vekilinin 09.08.2010 harç tarihli dava dilekçesi dikkate alındığında, maddi tazminata yönelik eldeki davada, davacı vekilinin seçimlik hakkını kullanarak davalı işveren aleyhine müteselsil sorumluluk esasına dayanıp dayanmadığı; burada varılacak sonuca göre davacının kusur oranı dışında kalan toplam %60 kusur oranının mı yoksa sadece davalı işveren için hesaplanan %20 kusur oranının mı esas alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Konunun aydınlatılması için öncelikle müteselsil sorumluluk kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Müteselsil borçluluk bir irade beyanı veya kanun hükmü dolayısıyla bir edimin birden ziyade borçlulardan her birinin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu, alacaklının ise tamamını ancak bir defa ifa etmek üzere edimi borçlulardan dilediği birinden talep etmeye yetkili olduğu ve borçlulardan birinin ifası veya ifa yerini tutan fiiliyle diğerlerinin bu oranda alacaklıya karşı borçtan kurtulacakları bir birlikte borçluluk halidir (Akıntürk, T. Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s.35).

Gerçekten de birden ziyade kimse, alacaklıya karşı aynı sebepten dolayı ve her biri borcun tamamı için “asıl borçlu” sıfatıyla borçlu olurlarsa, müteselsil borçluluktan bahsedilebilecektir. (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/ Altop: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 1993, s.285).

Müteselsil borçluluğun kaynakları, diğer bir ifadeyle birden fazla borçlular arasında teselsül ilişkisinin hangi sebeplerden ileri geldiği, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun (BK) 141’inci maddesinde düzenlenmiştir.

Maddeye göre, “Alacaklıya karşı, her biri borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini beyan eden müteaddit borçlular arasında teselsül vardır. Böyle bir beyanın fıkdanı halinde teselsül ancak kanunun tayin ettiği hallerde olur”.

Benzer düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 162’nci maddesinde de yer almıştır. İlgili madde, “Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar. Böyle bir bildirim yoksa müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.” Hükmünü içermektedir.

Görüldüğü üzere hem 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 141’inci maddesinde hem de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 162’nci maddesinde müteselsil borçluluğu doğuran iki kaynak kabul edilmiştir. Bunlardan ilki birinci fıkra uyarınca irade beyanı ile meydana gelen, “iradeden” kaynaklanan müteselsil borçluluk, diğeri ise ikinci fıkrada belirtildiği üzere Yargıtay Kararları 279 kanunun öngördüğü hallerde ortaya çıkan “kanundan” kaynaklanan müteselsil borçluluktur.

Kanundan kaynaklanan teselsül müteselsil borçluluğun doğrudan doğruya bir kanundan kaynaklanması halidir. Diğer bir ifadeyle bizzat kanun koyucu tarafından öngörülen müteselsil borçluluk durumudur. Kanundan kaynaklanan müteselsil borçluluk hallerinden biri de 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50’nci ve 51’inci maddeleri ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61’inci ve 62’nci maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk halidir.

Kanun koyucu birden fazla kimselerin müşterek kusurlarıyla bir zarara sebebiyet vermeleri halinde, bu kimselerin zarara uğrayana karşı müteselsilen sorumlu olmalarını öngörmüştür (Akıntürk, s.123). Birden çok kişi aynı zarardan aynı sebepten veya çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğünün şartlarının gerçekleşmesi halinde söz konusu olur.

Buna göre birden çok kişi aynı zarara birlikte sebep olabilecekleri gibi, çeşitli nedenlerle de sebep olabilirler. İkinci halde sorumlulardan yalnız biri söz konusu zarara sebebiyet verirken, diğeri sebebiyet vermediği böyle bir zararı başka bir nedenle tazmin zorunda kalabilir (Eren, F.Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.831).

Yukarıda söylenenlere uygun olarak müteselsil sorumluluk üç halde doğabilir. Birinci halde, zarar verenlerden her birinin ayrı ayrı sorumlu olduğu iki veya daha fazla sebep bir araya gelmekte ve bu suretle zararlı sonucu meydana getirmektedir.

İkinci halde ise zarar, iki veya daha çok sebepten değil, hukuken önem taşıyan bir tek sebepten doğmaktadır. Ancak burada hukuk düzeni bu tek sebep için iki ayrı kişiyi sorumlu tutmaktadır. Üçüncü halde ise, zarar yine bir tek sebepten meydana gelmekle birlikte, sorumluluk hukukuna göre bu zarardan sadece bir kişi sorumlu olmaktadır.

Ancak, zarar veren yanında üçüncü bir kişi de bir sözleşme gereğince söz konusu zararı gidermeyi (sorumluluğu) üzerine almaktadır (Eren, s.831, 832). Aynı zarardan dolayı birden çok kişinin zarar görene karşı sorumluluğu, hukuk politikası açısından üç ayrı şekilde düzenlenebilir.

Bunlar; sorumlulukların paylaştırılması, sorumlulukların toplanması ve sorumlulukların yarışmasıdır.

Sorumlulukların paylaştırılmasında, aynı zarardan sorumlu olan birden çok kişinin kısmî sorumluluğu söz konusu olur. Burada zarar verenlerden her biri, zarara sebep olduğu oranda sorumludur.

Sorumlulukların toplanmasında, birden çok kişiden her biri, diğerinden bağımsız olarak zararın tamamından sorumludur. Zarar gören, uğradığı zararı sorumluların her birinden ayrı ayrı talep eder. Birinin zararı tazmin etmesi, diğerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Burada zarar verenlerin sorumlulukları, toplanmaktadır.

Son olarak taleplerin yarışmasında tazminat yükümlülerinden her biri zarar görene karşı, diğer yükümlü veya yükümlüler tarafından zararın tamamı tazmin edilinceye kadar sorumludur. Tazminat yükümlülerinden her biri, sanki zarara tek başına sebebiyet vermiş gibi, zararın tamamı tazmin edilinceye kadar bundan sorumlu olur.

Taleplerin yarışmasında zarar bir defa tazmin edilir. Ancak zarar görenin zararı tazmin edilinceye kadar zarar verenlerin tamamı bundan sorumlu olur. Taleplerin yarışması sisteminde zarar görene ayrıcalık tanınmakta, ona sorumluların tamamına ve dilediğine dava açma hakkı tanınmaktadır. Tazminat yükümlülerinden biri zararı tazmin ettiği oranda diğerleri de sorumluluktan kurtulmaktadır. Zararın tamamı tazmin edilirse, sorumluluğun tamamı, bir kısmı tazmin edilirse, o kısmı sona erer. Bu bakımdan, taleplerin yarışması ilkesi borcu sona erdirici bir niteliğe sahiptir. Burada zarar gören uğramış olduğu zarardan daha fazla tazminat alamaz, zarar bir defa tazmin edilir. Bu niteliği itibariyle de taleplerin yarışması, zarar görenin sebepsiz zenginleşmesini önler. Zira burada zenginleşme yasağı geçerlidir. Sorumlulukların (taleplerin) yarışmasına müteselsil sorumluluk da denir (Eren, s.832). Tük hukukunda hâkim olan ilke, taleplerin yarışması ilkesidir.

Birden çok kişinin aynı zarardan sorumluluğuna, “Müteselsil sorumluluk” adı verilmektedir. Doktrinde buna “taleplerin yarışması” da denilmektedir (Eren, s.833). Müteselsil sorumluluk birden çok kişinin aynı zarardan, yükümlülerden her birinin zarar görene karşı, diğer yükümlüler tarafından zararın tamamını tazmin edinceye kadar sorumlu olmasıdır (Kırca, Ç. Müteselsil Sorumlulukta Borçlar Kanunu Tasarısı ile Getirilen Değişiklikler, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara 2006, s.644).

Müteselsil sorumluluk, hem maddi zararın hem de manevi zararın tazmininde söz konusu olur. Birden çok kişinin bir zarardan sorumlu olma- Yargıtay Kararları 281 sı için bu zararın tek ve aynı zarar olması gerekir. Bölünemeyen, zarar verenlerden her birine paylaştırılması mümkün olmayan zarara tek zarar denilir.

Buna karşılık, zarar verenlerden her biri, bağımsız bir zarara neden olmuş veya zararın tespiti mümkün bir kısmına sebep olmuşsa, müteselsil sorumluluk değil, kısmi sorumluluk söz konusu olur. Bu takdirde zarar verenlerden her biri, sebep olduğu zararı veya kısmi zararı tazmin eder (Eren, s.833). Müteselsil sorumluluğu doğuran sebepler 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50’nci maddesinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun 61’inci maddesinde ortaya konulmuştur.

818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun “Müteselsil mesuliyet” ana başlığını, “Haksız fiil halinde” alt başlığını taşıyan 50’nci maddesinin birinci cümlesi “Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer’an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar.” şeklinde düzenlenmiştir.

Benzer açıklama 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Müteselsil sorumluluk” ana başlığını, “Dış ilişkide” alt başlığını taşıyan 61. maddesinde de yer almaktadır. Madde; “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemesini içermektedir. Müteselsil sorumluluk aynı sebebe dayanabileceği gibi değişik sebeplere de dayanabilir.

Müteselsil sorumluluğu doğuran sebeplerden ilki, birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarıdır. Buna göre doğan zarar aynı sebebe dayanmaktadır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi, sözleşme veya kanun da olabilir (Eren, s.834). Aynı zarara birlikte sebep olunmasından doğan müteselsil sorumluluk da kendi içinde üç başlık altında incelenebilir.

Bunlardan ilki birden çok kişinin kusuruna, dolayısıyla kusur sorumluluğuna dayanan tazminat yükümlülüğüdür. Ancak bu tazminat yükümlülüğünde de kusur ikiye ayrılır. Birincisi “ortak kusur sorumluluğu, diğeri ise “bağımsız kusur sorumluluğu”dur.

Ortak kusur sorumluluğuna dayanan tazminat yükümlülüğü; Birden çok kişi aralarında önceden veya en geç olay sırasında anlaşarak, bilerek, isteyerek ya da en azından birbirlerinin davranışından haberdar olarak haksız bir fiille zarara sebep oldukları taktirde, ortak kusur sorumluluğu söz konusu olur. Ortak kusur şartının varlığı, birden çok zarar verende birlikte davranma iradesinin bulunmasına bağlıdır. Bu, kasta veya ihmale dayanabilir.

Birden çok kişinin ortak kusur sorumluluğunun doğması için üç şartın bir arada bulunması gerekir. Bunlar; zarara birlikte sebep olma, ortak kusur ve tek zarar şartlarıdır. Ortak illiyet, yarışan illiyet ve seçimlik illiyet hallerinde birlikte sebep olma şartı gerçekleşmiş olur (Eren, s.834). -Bağımsız kusur sorumluluğuna dayanan tazminat yükümlülüğü; Burada zarar verenlerin her birisinin kusurlu davranışı bulunmaktadır ve bu davranış nedeniyle zarara sebep olmaktadırlar.

Ancak aralarında bir işbirliği bulunmamaktadır. Bağımsız kusurun bulunduğu bu durumun da TBK’nın 61’inci maddesine göre aynı sebepten doğan müteselsil sorumluluk sayılması gerekir. Zira burada da zarar verenlerin her biri, kusurlarıyla aynı zarara birlikte sebebiyet vermekte, dolayısıyla zararın sebebini birden çok kişinin kusuru oluşturmaktadır.

Bağımsız da olsa her bir kusur, meydana gelen zararın kısmi sebebini teşkil etmekte, sonuçta kısmi kusurlar birlikte bir zarara sebebiyet vermektedir (Eren, s.838). Aynı zarara birlikte sebep olunmasından doğan müteselsil sorumluluğun ikinci başlığı, birden çok kişinin kusursuz sorumluluğuna dayanan tazminat yükümlülüğüdür.

Burada birden çok zarar veren vardır ve aynı ya da değişik türden kusursuz sorumluluk durumuna göre tazminat ödeme yükümlülüğü altına girerler. Aynı zarara birlikte sebep olunmasından doğan müteselsil sorumluluğun son başlığı ise, sözleşme sorumluluğuna dayanan tazminat yükümlülüğüdür. Bu hallerde de birden çok kişi gerçekleşen zararı müteselsil sorumluluk esasına göre tazmin etmek zorundadır (Eren, s.838).

Burada taraflar kendi aralarında bir sözleşme imzalar ve bu sözleşmede müteselsil sorumluluk esasının uygulanacağını kararlaştırır iseler, sözleşmeye aykırılığın ortaya çıkması durumunda müteselsil sorumluluk doğar. Bu durum aynı zamanda kanundan kaynaklanan nedenler dolayısıyla yapılan sözleşmeler için de geçerlidir. Yani bu tür sözleşmelerde de sorumluluk sözleşmeden doğabilir. Yargıtay Kararları 283 Müteselsil sorumluluk aynı sebebe dayanabileceği gibi değişik sebeplere de dayanabileceği yukarıda ifade edilmişti. Buna göre birden çok kişi aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir.

Aynı zararı doğuran çeşitli sebepler, kusur sorumluluğu (haksız fiil), sözleşme ve kusursuz sorumluluk (kanun) olabilir. Bu suretle, birden çok zarar verenden biri, aynı zararı haksız fiil, diğeri sözleşme, bir başkası da özen veya tehlike sorumluluğuna göre tazmin zorundadır (Eren, s.839)

Müteselsil sorumluluk iki ilkeyi beraberinde getirir. Bu ilkelerden birisi zarar verenle zarar gören arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla dış ilişki (BK’nın 50’nci, TBK’nın 61’inci maddesi); ikincisi ise zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir (TBK’nın 62’nci maddesi).

Zarar gören ile zarar veren arasındaki ilişkiyi düzenleyen dış ilişki müteselsil sorumluluğun ilk ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Müteselsil sorumluluk, zarar görene diğer borç ilişkilerine oranla zarar verenler karşısında daha güçlü ve ayrıcalıklı bir durum sağlar.

Buna göre, zarar gören tazminatın tamamını, dilediği takdirde zarar verenlerin tamamından talep edebileceği gibi, bir kısmından veya sadece birinden de talep edebilir (Eren, s.840). Diğer bir ifadeyle alacaklı, borçluların hepsini birden takip veya dava edebileceği gibi, bunların içinden dilediği birini veya bir kaçını da takip veya dava edebilir. İşte alacaklının, borçlulardan dilediğini ya da dilediklerini ifa istemine muhatap tutabilmesi, onun bir seçim hakkına sahip bulunduğunu gösterir.

Alacaklının bu hakkı borç tamamen ödeninceye kadar devam eder (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s.285). Bu durumda kişilerin yarışmasından (Personenkonkurenz) bahsedilir (Antalya, G. Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt II, İstanbul 2017, s.545).

Alacaklının, ifayı borçluların birinden istemesi ya da yalnız onu dava etmesi veya ifaya mahkûm ettirmesi, diğer borçluları borçtan kurtarmaya yetmez. Diğer borçluları ifa yükümünden kurtaran şey, ifa istemine muhatap olan borçlunun ifada bulunmasıdır; sadece mahkûm olması değil! Kısaca, alacaklı, borçlulardan birini takip veya dava ettikten, hatta onu mahkûm ettirdikten sonra bile -ifayı tamamen elde etmedikçe- diğer borçlulara başvurmak hakkını muhafaza eder (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s.286).

Tazminatın tamamının zarar verenlerden yalnız birisine karşı açılan davada talep edebilmesi, zarar görene ispat ve tahsil kolaylığı sağlar. Buna göre, zarar gören tazminat davasını en sağlam ispat araçlarına sahip olduğu zarar verene karşı açabileceği gibi, böyle bir davayı, tazminatı ödeme gücü en fazla olan zarar verene karşı da açabilir.

Bu sayede zarar gören zarar verenlerden her birini ayrı ayrı dava edip, sayısız zahmetlere katlanacağı yerde, tamamı aleyhine açacağı bir tek dava ile de kolayca sonuca ulaşabilir. Keza, zarar görenin, tazminat alacağının bir kısmını, bir zarar verenden, diğer kısmını da diğer zarar verenden istemesi mümkündür. Ancak, burada “tek zarar, tek tazminat ilkesi” geçerli olduğundan, tazminat ödeme borcu, zarar verenlerden biri tarafından yerine getirildiği oranda sona erer.

Zarar verenlerden biri, tazminatın tamamını ödediği takdirde, borç ortadan kalkar, dolayısıyla, zarar gören böyle bir halde artık diğer zarar verenlerden tazminat talep edemez (Eren, s.840). Zarar verenlerin her biri zarar görenin uğramış olduğu zararın nedeniyle doğan tazminatın tamamından sorumlu olup, bu sorumluluk borcun ödenmesine kadar devam eder.

Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Borçluların sorumluluğu” başlıklı 163’üncü maddesinin 1’inci fıkrasına göre (BK 142/1’inci maddesi); “… Alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir.” Bu maddede zarar görenin zarar karşılığı isteyeceği tazminatın nasıl ve ne miktarda talep edebileceği belirtilmiştir.

Aynı Kanun’un 163’üncü maddesinin 2’nci fıkrasına göre ise (BK 142/2’nci maddesi); “…Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder.” şeklindeki düzenleme ile borcun ancak tamamen ödenmesi ile son bulacağına vurgu yapılmış; “Borcun sona ermesi” başlıklı 166’ncı maddesindeki “Borçlulardan biri, ifa veya takasla borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmişse, bu oranda diğer borçluları da borçtan kurtarmış olur.

Borçlulardan biri, alacaklıya ifada bulunmaksızın borçtan kurtulmuşsa, diğer borçlular bundan, ancak durumun veya borcun niteliğinin elverdiği ölçüde yararlanabilirler. Alacaklının borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır.” yönündeki hükmü ile de bu durum desteklenmiştir.

Müteselsil sorumluluğun getirdiği ikinci ilke, zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir. Zarar görenin zararını tazmin eden müteselsil sorumlu, giderdiği tazminatı kendi üzerinde mi yaşayacaktır; taşımayacaksa yerine getirdiği tazminatı diğer müteselsil sorumlularla mı paylaşacaktır: paylaşacaksa hangi oranda soruları, müteselsil sorumluların iç ilişkisinin konusunu teşkil eder (Antalya, s.553).

TBK bu sorulara ilişkin olarak, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil borçlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı hükmünü getirmiştir (Antalya, s.554). İç ilişki, rücu ilişkisidir.

Yani tazminat borcunun ortaya çıkmasına neden olan sorumluların birbirleri ile olan ilişkisidir. Rücu ilişkisinden doğan hak ise rücu hakkıdır. Rücu, kendisine veya başkasına ait bir borç ifa ederek borçluyu tatmin eden kişinin, alacaklıya yaptığı edanın tamamını veya bir kısmını başka kişiden talep etmesidir. Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip olur (Antalya, s.554). TBK’nın 62’nci maddesi iç ilişkiyi düzenlemiştir.

Bu maddeye göre tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahiptir ve zarar görenin haklarına halef olur ve buradaki rücuda teselsül değil, pay esası geçerlidir. TBK. m. 62, sorumluluk hukuku yönünden bir rücu düzeni öngörmüştür. TBK. m. 167 ise, sözleşmeye dayalı müteselsil borçlarda rücu düzenini belirlemiştir.

Aynı husus KTK. m. 88/II’de de araç işletenin sorumluluğu yönünden düzenlenmiştir. Müteselsil sorumlulukta sorumluların birbirlerine karşı rücu ilişkisinde göz önünde tutulacak ilkeler TBK. m. 62/I’de düzenlenmiştir.

Bu maddeye göre “Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.” Kusur, hafif ihmalden başlayarak en ağır şekli olan kasta doğru bir yükselme gösterir.

Rücu ilişkisinde kasten zarar veren ihmali ile zarar verene oranla daha yüksek bir paya sahip olur. Birlikte zarar verenlerin yarattıkları tehlikenin yoğunluğundan amaç, onların davranış, faaliyet veya işletmelerinin zararlı sonucun doğmasındaki etkinlik ve elverişlilik derecesidir (Eren, s.844

TBK’nın 165’inci maddesine göre (BK 144’üncü madde) müteselsil sorumlulardan birisi kendi davranışı ile diğer müteselsil sorumluların durumunu ağırlaştıramaz. Kanun koyucu bir borçlunun, diğerlerinin durumunu ağırlaştırmaması gerekliliğinin özel bir uygulaması olarak, durumu birlikte sorumlu olduğu diğer kişilere bildirme yükümü öngörülmüştür.

TBK. m. 73’te, kendisinden tazminat istenen kişiye, bu durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirim yükü getirilmiştir. Kendisinden tazminat istenen kişi bu bildirim yükümlülüğünü yerine getirmezse zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihten itibaren başlayacaktır (Antalya, s.553).

Bununla birlikte TBK’nın 167’nci maddesinin 3’üncü fıkrası ile de borçlulardan birisinden tahsil edilemeyen bir tazminat miktarının bulunması durumunda bu miktarı diğer borçlular payları oranın da üstlenmekle yükümlü olurlar. İç ilişkide sorumluluk, müteselsil sorumluluk olarak kabul edilmez. Burada herkes kendi kusur oranı doğrultusunda sorumlu olur. Bu sorumluluk dağılırken kişilerin yarattığı tehlike ile kusurun ağırlığı önem taşır.

Ödemeyi yapan sorumlu eğer kendisinin ödemesi gereken miktardan daha fazlasını ödemek zorunda kalır ise zarar görene o oranda halef olur.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; davalı şirkette laboratuvar teknisyeni olarak çalışan davacının 19.08.2009 tarihinde iş makinesi tarafından yola fırlatılan taş parçasını yoldan almaya çalışırken 3. kişi Memduh Yalçınkaya’nın sevk ve idaresinde bulunan 72 AD 566 plaka sayılı aracın çarpması neticesinde yaralandığı ve sol bacağının kesildiği, bu yaralanma neticesinde davacının iş göremezlik derecesinin %50 olarak belirlendiği, olayın meydana gelmesinde davacı işçinin %40, davalı şirketin %20, dava dışı araç sürücüsünün ise %40 oranında kusurlu olduğu, söz konusu kazanın meydana gelmesinde hem davalı işveren şirketin hem de dava dışı 3. kişi konumunda bulunan Memduh Yalçınkaya’nın sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır. Gerek davacının gerek davalı şirketin gerekse dava dışı 3. kişinin kusur oranları birlikte değerlendirildiğinde; meydana gelen zarar nedeniyle davacının, zararın tümünü müteselsil sorumlu durumunda bulunan davalı şirketten isteyebileceği gibi dava dışı Memduh Yalçınkaya’dan da talep etme hakkına sahip olduğu, taleplerin (sorumlulukların) yarışması ilkesine göre tazminat yükümlüsü davalı şirketin, zarar gören davacı- Yargıtay Kararları 287 ya karşı sanki zarara tek başına sebebiyet vermiş gibi yükümlülüğünün bulunduğu, dolayısıyla zarardan sorumlu olan şirketin ve dava dışı 3. kişinin kusur oranlarının tazminat talebinde bulunan davacıyı etkilemeyeceği açıktır. Bu durumda davacı, zararın tamamını müteselsil sorumlu konumunda bulunan davalı işverenden isteyebilecektir.

Unutulmamalıdır ki, zarar verenlerin kusur oranları ancak kendi iç ilişkilerinde önem arz edecektir. Bu itibarla, davacının sadece davalı işverene karşı açtığı davanın müteselsil sorumluluk hükümlerine dayalı olduğu ve iş kazası nedeniyle davalı işverenin gerçekleştiren dava dışı sürücünün kusurundan da sorumlu olduğu gözetilerek davacının müterafik kusuru tenzil edilmek suretiyle % 60 kusur üzerinden davalı işverenin sorumluluğu tespit edilerek bu oran üzerinden maddi tazminat hesabı yapılması gerekmektedir.

Öte yandan, her ne kadar davacı vekili tarafından manevi tazminat yönünden verilen karar da temyiz edilmiş ise de; yerel mahkemenin verdiği ilk kararın maddi ve manevi tazminat yönünden temyiz edildiği ve Özel Dairece sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra kararın, “davacının kusur oranı dışındaki toplam kusurun % 60 olduğu gözetilerek maddi tazminat hesabı yapılması” gerektiği gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmakla, manevi tazminat yönünden verilen 50.000,00TL’lik miktarın kesinleştiği, bu itibarla bu kısma yönelik temyiz incelemesi yapılamayacağı hususu Genel Kurulda yapılan görüşmeler sırasında kabul edilmiştir.

Hâl böyle olunca, maddi tazminat yönünden Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.03.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.