YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI

YURTDIŞI HİZMET BORÇLANMASI

ÖZET: Yurtdışında iken fiili (eylemli) çalışması bulunmadığı halde o ülkenin sosyal güvenlik mevzuatına göre yardım niteliğinde ödeme yapılan dönemler ile ev hanımı olarak geçen sürelerin ve prim kesintisi yapılmaksızın yurtdışında eğitim süresi olarak geçen sürelerin Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi anlamında yurtdışında geçen çalışma olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığından ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Somut olayda, 20.10.1963 doğumlu davacının 11.09.1980- 01.10.1985 tarihleri arasında Almanya’da ikamet ettiği, 29.06.2011 tarihinde Kuruma başvurmak suretiyle Kanun’un 4/1-(a) bendi kapsamında 20.10.1981-01.10.1985 tarihleri arasında yurt dışında geçen süreyi borçlanmak istediği, ülkemizde 23.02.2004 tarihi itibariyle Kanun’un 4/1-(a) bendi kapsamında sigortalı tescilinin bulunduğu, Almanya’da 11.07.1983-15.08.1985 tarihleri arasında fiili (eylemli) çalışmasının bulunduğu anlaşılmaktadır.

Mahkemece, yukarıda yer alan maddi ve hukuki olgular gözetilerek davanın kısmen kabulü ile davacının Almanya’da fiili (eylemli) çalışmasının başladığı 11.07.1983 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulüne karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile yazılı biçimde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

  1. HGK E:2015/839 K: 2019/136 T:12/02/2019

“…Dava, 20.10.1963 doğumlu davacının Almanya’da rant sigortasına girdiği 20.10.1981 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulü istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacının Almanya’da fiili çalışması bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 38. maddesine göre malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, 5417, 6900, 506, 1479, 2925, 2926, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya 5510 sayılı Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir.

Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır. Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilir.

3201 sayılı Kanun’un 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 5.maddesinin son fıkrasında “Sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülkelerdeki hizmetlerini, bu Kanuna göre borçlananların, sözleşme yapılan ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmaz.” hükmü bulunmakta ise de 02.11.1984 tarihinde imzalanan ve 05.12.1984 tarihli 3241 sayılı Kanunla onaylanıp 01.04.1987 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa’nın 90.maddesi uyarınca yöntemine göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme olarak 3201 sayılı Kanunun 5.maddesinden önce uygulanma önceliğine sahip bulunan 30 Nisan 1964 tarihli Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi hükmü uyarınca yurtdışında ilk defa çalışmaya başlanılan tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

Yurtdışında iken fiili (eylemli) çalışması bulunmadığı halde o ülkenin sosyal güvenlik mevzuatına göre yardım niteliğinde ödeme yapılan dönemler ile ev hanımı olarak geçen sürelerin ve prim kesintisi yapılmaksızın yurtdışında eğitim süresi olarak geçen sürelerin Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi anlamında yurtdışında geçen çalışma olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığından ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Somut olayda, 20.10.1963 doğumlu davacının 11.09.1980- 01.10.1985 tarihleri arasında Almanya’da ikamet ettiği, 29.06.2011 tarihinde Kuruma başvurmak suretiyle Kanun’un 4/1-(a) bendi kapsamında 20.10.1981-01.10.1985 tarihleri arasında yurt dışında geçen süreyi borçlanmak istediği, ülkemizde 23.02.2004 tarihi itibariyle Kanun’un 4/1-(a) bendi kapsamında sigortalı tescilinin bulunduğu, Almanya’da 11.07.1983-15.08.1985 tarihleri arasında fiili (eylemli) çalışmasının bulunduğu anlaşılmaktadır.

Mahkemece, yukarıda yer alan maddi ve hukuki olgular gözetilerek davanın kısmen kabulü ile davacının Almanya’da fiili (eylemli) çalışmasının başladığı 11.07.1983 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulüne karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile yazılı biçimde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, davacının 3201 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıç tarihinin ve 02.10.1985 ile Türkiye’de çalışmaya başladığı sigorta tarihine kadar geçen günlerin tespiti istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin 1980 yılında Almanya’ya yerleştiğini ve 20.10.1981 ile 01.10.1985 tarihleri arasında Almanya’da sigortalı olarak çalıştığını, Türkiye’de ise 2004 yılında işe girdiğini, Almanya da geçen süreleri borçlanmasına rağmen Türkiye’de sigorta başlangıcının Almanya’da çalışmaya başladığı 20.10.1981 olarak kabul edilmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydıyla sigorta başlangıç tarihinin 20.10.1981 olarak tespitine ve 02.10.1985 ile Türkiye’de çalışmaya başladığı sigorta tarihine kadar geçen günlerin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; 3201 sayılı Kanunun 5. maddesi gereği yurtdışındaki ilk işe giriş tarihinin Kurum yönünden sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını, Yurtdışında Geçen Sürelerin Borçlandırılması ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmeliğin 12. maddesinin 4/a ve 5. fıkralarında da aynı durumun belirtildiğinin, ayrıca davacının 02.10.1985 ile Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başladığı tarih olan 23.02.2004 tarihine kadar günlerin tespitine karar verilmesini talep etmiş ise de davacının anılan tarihler arasında ne Türkiye’de ne de Almanya’da çalıştığına dair hiçbir belgesi olmadığını, bu nedenle 02.10.1985 ile Türkiye’de çalışmaya başladığı sigorta tarihine kadar geçen günlerin tespitine yönelik talebinin dinlenemeyeceğini, Kurumca yapılan işlemde hukuka aykırı bir husus bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; davacının Türk-Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29. maddesinde belirtilen Alman Rant Sigortasına tabi olduğuna dair herhangi bir hususa rastlanılmadığı, 3201 sayılı Kanuna göre borçlanmasının ev kadını olarak Almanya’da geçen ve 18 yaşını doldurduğu 20.10.1981- 01.10.1985 tarihleri arasındaki süreye ilişkin olduğundan uygulanmasının mümkün olmadığı, sigorta başlangıç tarihinin Türkiye’de ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başladığı 23.02.2004 tarihinden ev kadını olarak borçlandığı 1422 gün kadar geriye götürülen tarih olması gerektiği, davacının borçlanma tutarını ödediğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmadığı ve 02.10.1985 tarihinden Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başladığı 23.02.2004 tarihine kadar geçen günlerin tespitine ilişkin isteminin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece; davacı vekilinin 02.10.1985 ile davacının Türkiye’de başladığı sigorta gününe kadar geçen günlerin tespiti yönündeki talebini atiye bırakması nedeniyle bu talebi yönünden açılan davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 150. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına ve Türk-Alman Sosyal Güvenlik sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29. maddesindeki düzenleme doğrultusunda davacının 18 yaşını doldurduğu 20.10.1981 tarihinin sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, bozma ilamında da davacının Almanya’da fiili çalışmasının başladığı 11.07.1983 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğinin tespit edildiği oysa davacı tarafın böyle bir talebinin bulunmadığı gibi ıslahla da talep sonucunu değiştirmediği belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının sigorta başlangıç tarihinin 20.10.1981 olarak tespitine dair talebi göz önünde bulundurulduğunda, Almanya’da fiili çalışmasının başladığı 11.07.1983 tarihinin Türkiye’de sigorta başlangıcı olarak kabulünün mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca uygulama önceliğine sahip bulunan Almanya ile imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29. maddesi dikkate alındığında sigortalılık başlangıç tarihinin, yurtdışında çalışmaya başlanılan tarih olduğunun tespiti gerektiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümü bakımından davacının 11.07.1983 ilâ 15.08.1985 tarihleri arasındaki sigorta süresinin niteliğinin incelenmesi gerekli olup, “sigortalılık süresi” ve “hizmet borçlanması” kavramlarına değinmekte yarar vardır: “Sigortalılık süresi”, uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresini düzenleyen 5510 sayılı Kanunun 38’inci madde hükmü; malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcını; sigortalının, 5417, 6900, 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici 20’nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edileceğini; kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresinin, 18 yaşının ikmal edildiği tarihte başlamış olacağını, bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin, prim ödeme gün sayısı hesabına dâhil edileceğini öngörürken, uluslararası sosyal güvenlik sözleşme hükümlerini saklı tutmuştur.

Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca, yöntemince yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde olduğu gibi, normlar hiyerarşisi yönünden uluslararası sözleşme kurallarına, uygulamada yasal güç tanınmakta ve bu kuralların uygulanma önceliği de bulunmaktadır. Konuya ilişkin 10.04.1965 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak 01.11.1965 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin uzun vadeli sigorta kollarından olan “Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları (aylıkları)” başlıklı beşinci bölümü 02.11.1984 tarihinde imzalanıp 05.12.1985 tarihli 3241 sayılı Kanunla onaylanıp yürürlüğe giren Ek Sözleşme ile getirilen sözleşmenin 29’uncu maddesinin 4’üncü bent hükmüne göre, bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce, bir Alman Rant Sigortasına girmiş bulunması hâlinde, Alman Rant Sigortasına giriş tarihi, Türk Sigortasına giriş tarihi olarak kabul edileceği açıkça ifade edilirken; aynı bölümde düzenlenmiş 27’nci madde hükmü ise, her iki akit taraf mevzuatına göre nazara alınabilecek sigortalılık sürelerinin varlığı hâlinde, uygulanacak mevzuata göre yardım hakkının doğmasında, diğer akit taraf mevzuatına göre geçen ve aynı zamana rastlamayan, hesaba dâhil edilebilir nitelikteki sigortalılık sürelerinin de nazara alınacağını; sigortalılık sürelerinin hangi ölçüde hesaba dâhil edilebileceğini ise, hesaba dâhil edilebilirliğini tayin eden mevzuata göre tespit edileceği ifade edilmiştir.

Nitekim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışında geçirdikleri çalışma sürelerinin sosyal güvenlikleri açısından değerlendirilebilmesi amacıyla 22.05.1985 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunan 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunla, Türk vatandaşlarının yurt dışında 18 yaşını doldurduktan sonra, Türk vatandaşı iken geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri hâlinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirileceğini öngörmüştür.

Alman Sosyal Güvenlik Sistemine ilişkin temel yasaların toplandığı 12 kitaptan oluşan Sosyal Kanun’un (SGB-Sozialgesetzbuch/Sosyal Kanun Kitabı), Yasal Emeklilik Sigortası (Gesetzliche Rentenversicherung) adını taşıyan VI. Kitabının konuya ilişkin “Mecburi Sigortalı Olan Kişiler” başlıklı birinci bölümün 1. maddesi, zorunlu sigorta kapsamında olan kişilerin; tüm çalışanlar (işçi ve müstahdemler), meslek eğitimi gören çıraklar, kayıtlı atölyelerde çalışan özürlüler, askerliğini yapanlar ya da sivil hizmetini yerine getirenler, bazı serbest çalışanlar (öğretmenler, öğretim görevlileri, eğitmenler, bakım görevlileri, ebeler, zanaatkârlar, sanatçı ve yazarlar, sigortalı başka birini çalıştırmayan serbest çalışanlar), çocuk yetiştirme süreleri (1992 yılından sonra doğanlar için anne-baba ilk üç yıl, daha önce doğan çocuklar için anne-baba bir yıl) zorunlu sigorta kapsamında oldukları kabul edilmektedir (Şeniz Özmert Koçer, Almanya Federal Cumhuriyeti Sosyal Güvenlik Sistemi ve Sistem İçerisinde Sosyal Sigorta Uygulamaları Uzmanlık Tezi, Ankara-2014, s.56).

Yine aynı kitabın yasal aylık sürelerini düzenleyen beşinci başlığını taşıyan 55. maddesinde de “Prim ödeme süreleri, mecburi veya isteğe bağlı sigorta primlerinin ödendiği sürelerdir. Özel yasalara göre ödenmiş kabul edilen mecburi sigorta primlerine ilişkin sürelerde de, mecburi sigorta primlerinin ödendiği süreler olarak kabul edilir.” hükmünü içermektedir. Bu açıklamalar ışığında davacının 11.07.1983 ilâ 15.08.1985 tarihleri arasında ödenen zorunlu primlerin, Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin uzun vadeli sigorta kollarından olan “Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları (aylıkları)” başlıklı beşinci bölümü 02.11.1984 tarihinde imzalanıp 05.12.1985 tarihli ve 3241 sayılı Kanunla onaylanıp yürürlüğe giren Ek Sözleşme ile getirilen sözleşmenin 29’uncu maddesi hükmü kapsamında, uzun vadeli sigorta kollarından olan malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından Alman rant sigortasına giriş niteliğinde bir sigortalılık girişi olduğunun kabulü gerekmektedir.

Direnmeye esas olan bir diğer konu ise davacının dava dilekçesinde 20.10.1981 tarihini sigorta başlangıcı olarak belirtmesine rağmen bozma ilamında davacının Almanya’da fiili çalışmasının başladığı 11.07.1983 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğinin belirtildiği, bu hususta taleple bağlılık ilkesinin aşıldığı noktasındadır.

Medeni yargılama hukukunun temel amacı tarafların maddi hukuktan kaynaklanan sübjektif haklarını korumaktır. Konusunu da bu sübjektif hakların tanınması, bunların ihlali veya ihlal tehlikesi durumunda korunması oluşturur. Dolayısıyla hakkı ihlal edilen kişilerin başvurusuyla kişi ile Devlet arasında bir yargılama ilişkisi kurulmuş olur. Kişinin talebine göre bu ilişki dava ilişkisi, çekişmesiz yargı ilişkisi ya da geçici hukuki koruma ilişkisi niteliğinde olabilir. Medeni yargılama hukuku temelde bu ilişkiler üzerine kurulurken birtakım ilkeler de ortaya çıkmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ilâ 33’üncü maddeleri arasında yargılamaya hâkim olan ilkeler düzenlemiştir. Bu ilkelerden bir kısmına 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda da yer verilmiştir. Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir.

Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.

Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur.

Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır. Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir.

Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir. Bununla birlikte taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir.

Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır. Bir başka ifade ile davacının talebi, beklentisi tam olarak karşılanamadığı hâlde “ya istediğimin hepsine karar ver ya da hepsine karar veremeyeceksen hiçbir şeye karar verme” anlamını taşımayacaktır. Zira davacının arzusu, maddi hukukta ihlal edildiğine inandığı hakkının dava açılmakla korunması veya yeniden tesisidir.

Tüm bu açıklamalar karşısında davacı vekili dava dilekçesinde 20.10.1981 tarihini sigorta başlangıcı olarak talep etmiş ise de, çoğun için de az da vardır kuralı gereği davacının zorunlu sigortalılığa giriş tarihi olan 11.07.1983 tarihinin sigorta başlangıcı olarak hüküm altına alınmasını belirten ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma kararına uymak gerekirken yazılı gerekçe ile direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Diğer taraftan, her ne kadar gerekçeli karar başlığında dava tarihi 08.08.2012 yerine 14.08.2013 olarak gösterilmiş ise de bu yanlışlık mahallinde düzenlenebilir bir hata olduğu kabul edildiğinden ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.02.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.