Rekabet Korunması Hakkında Kanun ve Tüketici Yararı

Serbest piyasa ekonomisinin can damarını oluşturan rekabet, arz ve talebi pazar koşullarında herhangi bir müdahale olmaksızın buluşturarak, toplumun kıt kaynaklarının en etkin şekilde dağılmasını ve en verimli şekilde kullanılmasını, mal ve hizmetlerin en düşük fiyatta ve yüksek kalitede tüketicilere sunulmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla piyasa ekonomisi sisteminin etkin bir şekilde işlemesi ve kendisinden beklenen yararları gerçekleştirmesi, ancak piyasalarda rekabet ortamının yaratılması halinde mümkün olabilir. (1)

Rekabet kanunları ise devletin ekonomiye, serbest rekabeti sağlama ve koruma amacıyla müdahale aracıdır. Rekabet kanunlarında teşebbüslerin, belirli bir mal veya hizmet piyasasında, anlaşmalar, yoğunlaşmalar veya pazar gücünü kötüye kullanmak yoluyla rekabeti kısıtlamaları yasaklanır. Böylece, teşebbüslerin rekabet düzenine zarar verebilecek faaliyetleri kontrol altına alınıp etkisiz hale getirilerek teşebbüsler açısından fırsat eşitliği ve girişim özgürlüğü sağlanmış olurken, ekonomik verimlilikle toplumsal refah ve buna bağlı olarak da tüketici refahı artırılmış olur. Ancak unutulmamalıdır ki, rekabet hukukunun rekabeti koruyucu amaçları ve tedbirlerinin ilk ve doğrudan etki doğurduğu kesim piyasa aktörleri olan işletmelerdir. Bu nedenle kanunlarda daha çok tüketici yerine işletmelerden bahsedilir. Buna karşılık rekabet kanunlardan yararlanan en geniş kesim tüketicilerdir. Çünkü rekabetin en önemli sonucu olan fiyatlarda düşüş, ürün çeşitliliği, kalitenin ve satış sonrası hizmetlerin artması hep tüketicilerin yararınadır. Tüketici açıkça anılmasa bile rekabet kanunlarının gizli amaçlarından birisi ve belki de en önemlisi, tüketicinin korunmasıdır. (2-3) Dolayısıyla rekabet kanunları esasen doğrudan tüketici yararını gözetmese de sonuçları itibarıyla, diğer bir ifadeyle, ekonomik yaşama getirdikleri iyileştirmeler sonucunda, tüketicinin menfaatini sağlamış olurlar.

II- Anayasa’da Tüketicinin korunması ve Rekabet İlişkisi

Anayasa’nın 167. maddesine göre, “Devlet, para, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler. …” 172. maddesine göre de, “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.” Esasen bahse konu hükümlerin birbirleri ile uyumlu olduğu söylenebilir. Nitekim 172. maddenin gerekçesinde, rekabet hukukunun temelinde tüketicinin korunması fikrinin yattığı anlatılmaktadır. Söz konusu gerekçede, “… tüketicilerin korunması bir toplumsal problemdir ve bu konuda getirilecek tedbirler, bir taraftan tüketicileri koruyacak, fakat aynı zamanda diğer taraftan da üretici ve satıcıları aralarında rekabete sevk edecek nitelikte olmalıdır. Tüketicinin korunması, bir serbest piyasa ekonomisi tedbiridir. Tüketiciyi koruyucu kuralların tedbirinde bu temel göz ardı edilmemelidir. … Tüketicinin fiyat ve kalite açısından korunması, serbest rekabet şartlarının sağlanması, tekel ve kartellerin önlenmesi ile güvenceye alınabilir…” ifadesi yer almaktadır. Görüldüğü üzere, Anayasamız da tüketicinin korunmasının ancak serbest piyasa ekonomisinin varlığı ile mümkün olabileceğini öngörmüştür.

Nitekim Anayasa Mahkemesi tarafından alınan bir kararda, (4)  söz konusu maddelerin değerlendirilmesine ilişkin olarak, Anayasa’nın 172. maddesinin 167. madde ile çok yakın ilişkisi bulunduğu vurgulanarak, Devletin, tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemek görevinin temelde tüketiciyi koruma amacına yönelik olduğu ve 172. madde ile Devlet’e verilen tüketicileri koruma görevinin ancak, tekelleşme ve kartelleşmelerin önlenerek özgür rekabet koşullarının sağlanması ile güvenceye alınabileceği belirtildikten sonra piyasa ekonomisinin etkinliğinin, tam rekabet koşullarının varlığına bağlı olduğu ve tekelleşme ya da kartelleşmeye olanak veren ortamlarda piyasa ekonomisinin etkinliğini yitireceği ifade edilmiştir.

III- 4054 sayılı Kanun’un Tüketici Yararına İlişkin Düzenlemeleri

Yukarıda yer verilen 167. madde uyarınca gerek Anayasal gerekse Avrupa Birliği ile olan ilişkiler ve ekonomik zorunluluklar (5) gereği çıkarılan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da hangi tür eylem ve işlemlerin hukuka aykırı ve yasak olduğu belirlenmiş ve bazı maddelerinde de doğrudan ya da dolaylı olarak tüketici yararı gözetilmiştir.

Söz konusu Kanun’un 4. maddesine göre, belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır. (6) Bu madde kapsamındaki rekabeti sınırlayıcı işlemleri, yatay ve dikey sınırlamalar olarak iki kategoriye ayırmak mümkündür. (7) Dikey sınırlayıcı anlaşmalara nazaran rekabet üzerindeki olumsuz etkilerinin daha fazla olduğu genel kabul gören ve amaç veya etki itibarıyla rekabeti doğrudan kısıtlayan yatay sınırlayıcı anlaşmalar kartel (8) olarak adlandırılmaktadır. Nitekim rekabet ihlallerinin tüketiciler üzerindeki en büyük etkisi de kartel uygulamalarında görülmektedir. (9) Örneğin, aynı üretim seviyesindeki teşebbüsler arasında birbirine rakip ürünlere ilişkin yapılan fiyat tespiti anlaşmaları (10) bu çerçevede değerlendirilerek (11) açık bir rekabet ihlali sayılmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinde fiyatlar, hiçbir müdahale olmaksızın, pazar koşullarına göre serbestçe oluşur. Fiyatın bu şekilde değil, rakiplerin iradelerinin uyuşması yoluyla piyasa fiyatının üzerinde belirlenmesi, şüphesiz tüketicilerin daha fazla bedel ödemelerine ya da mal veya hizmetten mahrum kalmalarına yol açacaktır. (12) Aynı şekilde, teşebbüslerin bölge veya müşteri paylaşmaları da rekabeti sınırlayarak tüketici tercihlerinde daralmaya neden olacaktır. Bu tür anlaşmalar sonucunda alıcılar anlaşma tarafları arasında paylaşıldıklarından, alıcıların daha ucuza ya da daha kaliteli ürün bulma imkânları ortadan kalkmaktadır. (13) Yine aralarındaki anlaşma ile fiyatları garanti altına alan ve yenilikler yapma yönünde baskıları azaltan teşebbüsler, artık mal ve hizmetlerin kalitesini, çeşidini, diğer satış koşullarını iyileştirmeye ya da maliyetleri düşürmeye veya dağıtımı geliştirmeye yönelik bir çaba göstermeyerek de tüketicinin zararına (14) yol açabileceklerdir.

Özetle, amaç rekabetin korunması da olsa, 4. madde ile getirilen yasaklama sayesinde, bu tür rekabeti sınırlayıcı uygulamaların önüne geçilerek, doğrudan ya da dolaylı olarak tüketicilerin menfaati korunmuş olacaktır. Diğer taraftan, doğrudan tüketicinin menfaatine yönelik 4054 sayılı Kanun’un 5. maddesinde yer alan hükme göre, yukarıda açıklanan Kanun’un 4. maddesi anlamındaki rekabete aykırı olan anlaşmalar 5. maddede sayılan diğer koşullarla birlikte tüketicilere de yarar sağlıyorsa, 4. maddedeki yasaklamadan muaf tutulabilmektedir. (15) Buna göre, bahse konu madde anlamında rekabeti kısıtlayıcı etkileri olan bir anlaşmaya muafiyet tanınabilmesi için, sayılan koşullar arasında yer alan, ekonomik iyileşme veya gelişmelerden tüketicilerin de yarar sağlaması gerekmektedir. Bir başka deyişle, anlaşmanın sağladığı iyileşme veya gelişme tüketicilere yansıtılmadığı sürece anlaşmaya muafiyet tanınması söz konusu olmayacaktır.

Bu açıdan, rekabeti sınırlayıcı anlaşmanın taraflarına sağlayacağı yarar dışında, anlaşmanın olumlu etkilerinden tüketicilerin faydalanıp faydalanamayacağı önem taşımaktadır. Tüketiciye sağlayacağı yarar bakımından satış fiyatlarının düşüklüğü, kalitenin artması ve satış sonrası etkin hizmetler gibi hususlar, öncelikle akla gelmekle birlikte, her somut olayda farklı yararlar ortaya çıkabilecektir. (16) Dolayısıyla bir anlaşmaya muafiyet tanınırken yapılacak değerlendirmede, anlaşma sonucu ortaya çıkan ekonomik yarardan tüketicinin adil bir pay (17) alıp almadığı konusu dosyanın özelliğine göre değişiklik gösterecektir.

Yine benzer şekilde, 4054 sayılı Kanun’da tüketici menfaatine doğrudan yer verilen bir diğer hüküm ise, “Hâkim Durumun Kötüye Kullanılması” başlıklı 6. maddesidir. Söz konusu hükme göre, bir veya birden fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu tek başına yahut başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasaktır. Maddenin devamında ise uygulamada sık karşılaşılan haller belirtilerek, (e) bendinde “Tüketicinin zararına olarak üretimin, pazarlamanın ya da teknik gelişmenin kısıtlanması” kötüye kullanma hallerine örnekler arasında sayılmıştır. (18)

Bu maddede “tüketicinin zararına olacak şekilde” denilmek suretiyle tüketiciye verilen özel önem vurgulanmaktadır. Burada hâkim durumun kötüye kullanılması sadece taraflarının teşebbüsler olduğu ticari ilişkiler bakımından değil, bir tarafın tüketici olduğu durumlar için de geçerli olabilecektir. Söz gelişi hâkim durumdaki teşebbüs, rekabet baskısını dikkate almadan; etkin üretim yapmama, atıl kapasite ile çalışma suretiyle satıştan kaçınma ve teknoloji yenilememe gibi pasif tutumuyla genel ekonomi ve tüketici zararına sonuçlar doğurabilecektir. Bunu yanı sıra, anılan madde kapsamında, hâkim güce dayanılarak aşırı yüksek fiyatlarla (19) piyasaya mal veya hizmet sunulması halinde de tüketici zarar görebilecektir. (20)

4054 sayılı Kanun’un yukarıda yer alan hükümleri dışında ikincil mevzuatında da tüketici yararının gözetildiği görülmektedir. Şöyle ki; Kanun’un 7. maddesine dayanılarak çıkarılan 2010/4 sayılı Rekabet Kurulundan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’in 13. maddesine göre, birleşme ve devralmaların değerlendirilmesinde; ilgili pazarın yapısı, fiili ve potansiyel rekabet, teşebbüslerin pazardaki durumu, arz kaynaklarına ulaşabilme imkanları ve giriş engelleri gibi unsurların yanı sıra, tüketicilerin menfaatleri ve tüketici yararına olan etkinliklerin de göz önünde tutulacağı belirtilmiştir.

Ayrıca, Kanun’un 5. maddesine dayanılarak çıkarılan, belirli konulardaki anlaşma türlerine grup olarak muafiyet sağlayan Tebliğlerde (21) de, anılan maddenin gereği olarak, ortaya çıkacak ekonomik yarardan tüketicinin de faydalanması evleviyetle gözetilen unsurlar arasındadır. Örneğin 2005/4 sayılı Motorlu Taşıtlar Sektöründeki Dikey Anlaşmalar ve Uyumlu Eylemlere İlişkin Tebliğ’ (22) motorlu taşıtlar sektöründe, yeni bir motorlu taşıtın üreticisi tarafından ilk tedarik aşamasından nihai tüketiciye yeniden satışına ve yedek parçaların üreticileri tarafından ilk tedarikinden son tüketiciye bakım ve onarım hizmetlerinin verilmesine kadar olan tüm seviyelerdeki dikey anlaşmaları kapsamaktadır. Tebliğ ile hem dağıtım sistemi içersindeki hem de dışındaki teşebbüsler arasındaki rekabet artırılarak dağıtım sisteminin alternatif seçim imkanı ve düşük fiyatlar gibi yararları tüketiciye aktarılmıştır.

Diğer taraftan belirtilmelidir ki, Rekabet Kurulunca hem bireysel hem de grup olarak tanınan muafiyetin, Kanunun 13. maddesinde öngörülen şartların (23) gerçekleşmesi halinde geri alınması ya da tarafların belirli davranışlarının yasaklanması mümkündür. Şüphesiz bu koşulların değerlendirilmesinde de, tüketicilerin zararına ortaya çıkacak uygulamalar göz önünde bulundurulmaktadır. Nitekim, Rekabet Kurulunun grup muafiyetin geri alınmasına ilişkin aldığı bir karar (24) nedeniyle, ilgili kısmın iptali için açılan dava üzerine Danıştay 13. Dairesi almış olduğu kararın (25) gerekçesinde, başlangıçta belirli konulardaki anlaşma türlerine grup olarak sağlanan muafiyetin, Kanun’un 5. maddesinde öngörülen koşulların tümünün sağlanmadığının sonradan tespiti halinde bir veya birkaç teşebbüsten Kanun’un 13. maddesine göre geri alınmasının mümkün olduğunu ifade etmiştir.

IV- 4054 sayılı Kanun’un Tüketici Yararına İlişkin Özel Hukuk Düzenlemeleri

Tüketicilerin yararına ilişkin 4054 sayılı Kanun’un 57., 58. ve 59. maddelerinde rekabetin kısıtlanmasından doğan zararların tazmini konusunda özel hukuk alanına ilişkin düzenlemeleri de bulunmaktadır. (26) Buna göre, rekabeti bozucu, engelleyici veya kısıtlayıcı işlem veya eylemlerle rakip teşebbüslerin veya tüketicilerin zarar görmelerine sebep olanlar, haksız fiil sorumluluğu (27) çerçevesinde bu zararları tazmin etmek zorundadırlar. (28) 57. madde başlığında düzenlenen “Tazminat Hakkı”na ilişkin hükme göre, her kim bu Kanun’a aykırı olan eylem, karar, sözleşme veya anlaşma ile rekabeti engeller, bozar ya da kısıtlarsa yahut belirli bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu kötüye kullanırsa, bundan zarar görenlerin her türlü zararını tazmine mecburdur. Burada “her türlü zarar” ifadesi ile maddi zararların yanı sıra manevi zararların da kastedildiği anlaşılmaktadır. (29) Zararın oluşması birden fazla kişinin davranışları sonucu ortaya çıkmış ise bunlar zarardan müteselsilen sorumludur. Maddenin gerekçesinde, bu zararın tazminini isteyecekler arasında, zarar gören teşebbüsler olabileceği gibi teşebbüs niteliğinde olmayan gerçek veya tüzel kişiler de sayılmıştır. Dolayısıyla Kanun’un yasaklayıcı hükümlerinin ihlali sonucunda tüketiciler zarar görmüşse, bu hüküm sayesinde hukuk mahkemelerinde (30) haklarını arayabileceklerdir.

58. maddede ise, tazminatın kapsamına yer verilmiştir. Buna göre zarar görenler, ödedikleri bedel ile rekabet sınırlanmasaydı ödemekte olacakları bedel arasındaki farkı (fazla ödeme nedeniyle uğranılan zarar) (31) talep edebileceklerdir. 58/1. maddenin ilk iki cümlesi incelendiğinde, uğradıkları zararı talep edebilecekler arasında rakip teşebbüslerle beraber zımnen dahi olsa tüketicilerin de ele alındığı görülmektedir. (32) 58. maddenin son fıkrasına göre ortaya çıkan zarar, tarafların “anlaşması” ya da “kararı” veya “ağır ihmalinden” kaynaklanıyorsa, zarar görenlerin talebi üzerine hâkim, uğranılan maddi zararın ya da zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel karların üç katı oranında tazminata hükmedebilecektir. Bu konuda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Üç kat tazminata hükmedilmesi gerektiği öne sürüldüğü gibi, üç kata kadar tazminata hükmedilebileceği de ifade edilmektedir. (33)

Esasen 58. maddedeki şartların oluşması durumunda, Kanun koyucu zarar verene oluşan zarardan daha yüksek bir tazminat ödetmeyi amaçlayarak, zarar verenleri caydırmak, zarara maruz kalan kimseleri de kanun yoluna başvurmak açısından cesaretlendirmek veya teşvik etmek istemiştir. Bu yönüyle üç kat tazminat sistemi, teşebbüslerin rekabeti kısıtlayıcı faaliyetlere girişmelerini önlemek bakımından, bir tür kanundan doğan cezaî şarttır. (34) Kanımızca anılan fıkra uyarınca, zarar görenler açısından bir seçimlik hak söz konusudur. (35) Zira anılan hükmün uygulanabilmesi için öncelikle bir zararın ortaya çıkmış olması ve bu zararın da tarafların anlaşması ya da kararı veya ağır ihmalinden kaynaklanması gerekmektedir. Eğer bu şartlar oluşmuşsa artık zarar görenler anılan hükümde yer alan ya “maddi zarar”ın ya da “zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel karlar”ın üç katını hakimden talep edebileceklerdir. Bu noktadan sonra seçimlik haklardan birine üç kat oranında ceza hükmedilip edilmeyeceği ise artık hakimin takdir yetkisinde olacaktır.

Her ne kadar rekabet hukuku bakımından tazminatın amacı ilk bakışta, zararın giderilmesi ya da gelir dağılımının düzeltilmesi (36) yoluyla denkleştirici adaletin sağlanması olduğu iddia edilse de, asıl amaç, zararın önlenmesi veya başka bir deyişle caydırıcılığın sağlanmasıdır. Dolayısıyla tazminat sorumluluğu, tıpkı idari yaptırımlar gibi, daha ziyade ihlallerin önlenmesi amacına hizmet etmektedir. Zarara uğrayan kişilerin özellikle üç kat oranında tazminat elde etme ihtimali, bir taraftan dava açılmasını ve dolayısıyla rekabet hukukunun yaygınlaşmasını teşvik ederken, diğer taraftan rekabetin ihlal edilmesini önleyeceği gibi, toplumda rekabet bilincinin yerleşmesine de katkıda bulunacaktır. (37)

59. maddede ise, zarar gördüğünü iddia eden kişilerin, bunu ispatlamakla yükümlü olduğu belirtilmekle beraber uyumlu eylemlerle ilgili olarak ispat kolaylığı getirilmiştir. Buna göre, eğer zarar görenler bir anlaşmanın varlığı ya da piyasada rekabetin bozulduğu izlenimini veren kanıtlar (38) ileri sürerlerse, ispat yükü ters dönerek, uyumlu eylem içinde oldukları iddia edilen teşebbüsler bunun aksini ispatlamakla yükümlü olacaklardır. (39) Nihayet 59. maddenin son fıkrasında, delil serbestisi kolaylığı getirilerek, rekabeti sınırlayıcı uygulamaların her türlü delille ispatlanabileceği ifade edilmiştir.

ABD rekabet hukuku uygulamasında, özel hukuk davalarının düzenlendiği Clayton Kanunu’nun 4. maddesine göre, rekabet ihlalinden dolayı işi veya malı zarara uğrayan herhangi bir kimse, dava açmak ve makul bir avukatlık ücreti de dahil, uğradığı zararın üç katı oranında tazminat istemek hakkına sahiptir. Söz konusu hüküm sayesinde, neredeyse zarar gören herkese dava açma imkanı getirilerek, zarar görenlere oldukça geniş bir hukuki himaye sağlama amacı güdülmüştür. Bu imkan sayesinde “özel hukuk davaları” rekabet ihlallerinde çok önemli bir yaptırım aracı haline gelmiştir. (40) Bu yönüyle, ABD rekabet hukukunda üç kat tazminat kuralının, cezalandırmaktan ziyade üçüncü kişilerin zararının giderimi, hukuka aykırı faaliyetlerden kaçınmayı temin ve zarar görenlerin zararlarının tazmini için davacı olmayı teşvik amaçlarına yönelik olduğu ileri sürülmektedir. (41) Dolayısıyla bu nedenle olsa gerek ki, ABD rekabet hukuku uygulamasında açılan davaların {1177b28494e7a81b0f973cd575278147255cb46d270d6f2d69149eff43b43308}90’dan fazlasını özel hukuk davaları (42) oluşturmaktadır. (43) Bu durum ABD rekabet hukukuna özgü bir husustur. (44) Zira ABD uygulamasında tazminat davalarının, diğer ülke uygulamalarına oranla daha etkili olmasında, uğranan zararın misliyle istenebilmesinin yanı sıra, grup davaları, delillere erişim ve avukatlık ücretleri (45) konularında benimsenen yaklaşım ile müşterek ve müteselsil sorumluluk (46) esaslarına ilişkin düzenlemelerin de önemli bir rolü bulunmaktadır.

ABD hukukunda düzenlenmiş olan topluluk davaları/grup, sınıf davaları (class action) (47) rekabet ihlallerinde oldukça yaygın bir uygulamaya sahiptir. Grup davaları, küçük ve sık görülen zararların giderilmesinin yanı sıra, çok sayıda uyuşmazlığın tek bir dava ile çözümüne imkan vermesi bakımından usul ekonomisine de önemli katkılar sağlar. Topluluk davaları özellikle tüketicilerin dava açma yolunu kolaylaştırıcı çok önemli bir mekanizma olarak görülmektedir. Gerçekten de ABD’de açılan davalar arasında oldukça karmaşık ve masraflı olarak görülen rekabet hukuku alanındaki davalar içinde toplu davaların sayısı, bireysel olarak açılan davalara oranla daha fazladır. Bu tür davalar, özellikle büyük sayıda doğrudan doğruya alıcılara ilişkin “fiyat belirleme olayları”nda oldukça yaygın görülmektedir. (48)

AB rekabet hukukunda ise, özel hukuk yaptırımı bakımından sadece geçersizliğe yer verilmiş olup, tazminat davalarına ilişkin Avrupa Birliği Antlaşması’nın ilgili maddelerinde (49) herhangi bir açık hüküm bulunmamaktadır. (50) Bununla birlikte AB Adalet Divanı (ABAD)’nın çeşitli kararları doğrultusunda, zarar gören üçüncü kişiler, zararlarının tazminini ulusal mahkemeler önünde ve üye devletlerin iç hukuk hükümleri çerçevesinde talep edebilmektedirler. (51) Bu çerçevede AB hukukunda da tazminat davalarının, zarar görenlere zararlarını telafi etme imkanı sağlamasının yanı sıra, AB rekabet kuralları ile hedeflenen amacın gerçekleşmesine de önemli katkılarda bulunduğu ileri sürülmektedir. Zira, rekabeti ihlal edenlere verilecek para cezasının yanında tazminat ödeyecek olmaları rekabetin ihlalinde caydırıcılık yaratır. Bu yönüyle tazminat davaları, idari yaptırımları tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir. (52)

Grup davaları konusunda, Türk hukuk sisteminde tazminat istemli grup davaları bulunmamakla birlikte, bazı toplu dava türleri mevcuttur. Bunlar arasında, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (53) haksız rekabet nedeniyle açılabilecek davaları düzenleyen 58/3. maddesi örnek olarak verilebilir. Buna göre, ticaret ve sanayi odaları, esnaf dernekleri, borsalar ve üyelerinin ekonomik menfaatlerini korumaya yetkili bulunan diğer mesleki ve ekonomik birlikler, tespit, men ve haksız rekabetin sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılması davalarını açabileceklerdir. Diğer taraftan, 6102 sayılı Yeni TTK 191. maddesine göre, şirketlerin birleşme, bölünme ve tür değiştirmesinde hakları ihlal edilmiş olan ortaklar, mahkemeden uygun bir denkleştirme akçesinin saptanmasını isteyebileceklerdir. Maddenin ikinci fıkrasında ise, davacı ile aynı hukuki durumda bulunmaları hâlinde, mahkeme kararının, birleşmeye, bölünmeye veya tür değiştirmeye katılan şirketlerin tüm ortakları hakkında da hüküm doğuracağı belirtilmiştir. Söz konusu fıkraya ilişkin gerekçede, bunun mahkeme kararının etkisini aynı durumdaki ortaklara da taşıyan bir “class action” düzenlemesi olduğu ifade edilmiştir. (54)

Diğer benzer bir durum ise, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (55) 23/4. ve 24/1. maddelerinde yer almaktadır. (56) Söz konusu maddelere göre, ilgili Bakanlık, tüketiciler ve tüketici örgütlerine, anılan kanuna aykırı durumun ortadan kaldırılması, ayıplı seri malın üretiminin ve satışının durdurulması ve satış amacıyla elinde bulunduranlardan toplatılması için dava açabilme imkanı getirilmiştir. Söz konusu Kanun’daki bu düzenlemelerle, Bakanlık ve tüketici örgütlerine, ilgili Kanun’a aykırı durumun ortadan kaldırılması amacıyla tüketici mahkemelerinde dava açabilme hakkının verilmesi, rekabet hukukunda grup davası uygulamasının bir yansıması olduğu söylenebilir. (57)

Bunun yanı sıra, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (Yeni HMK) (58) “Topluluk Davası” başlıklı 113. maddesinde, dernekler ve diğer tüzel kişilerin, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilmelerine imkan tanınmıştır. (59) Topluluk davasının hukuk sistemimizdeki en açık örneğine ise, işçi ve işveren sendikalarına üyelerinin ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerine ilişkin dava açma hakkı tanıyan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 32. maddesinde rastlanmaktadır. Bahsi geçen maddeye göre, sendikalar, üyelerinin ortak menfaatlerini korumak amacıyla üyeleri adına ve üyelerinin yazılı başvurusuna bile gerek olmaksızın ve fakat temsil ettikleri sınıfı himaye amacıyla dava açabilmektedirler. (60) Yukarıda yer verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, hukuk sistemimizde tüzel kişilerin temsil ettikleri grup adına bazı durumlarda dava açmaları mümkün olmakla birlikte, tazminat taleplerini ileri sürme yetkileri bulunmamaktadır. Bu çerçevede öncelikle Türk rekabet hukuku uygulaması bakımından tazminat talebi içeren toplu davalara imkân tanıyan düzenlemelere yer verilmesi, özellikle bundan zarar gören tüketiciler için zararın giderilmesi; teşebbüsler için ise caydırıcılığın sağlanması açısından fayda sağlayacaktır.

V- Tüketici Yararına İlişkin Örnek Rekabet Kurulu Kararları

Amacı piyasadaki rekabetin tesisi de olsa, Rekabet Kurulunun almış olduğu çoğu kararda doğrudan veya sonuçları itibarıyla tüketicilerin menfaatinin korunduğu görülmektedir. Tüketicilere doğrudan etki eden kararlar arasında Rekabet Kurulunun yakın tarihte almış olduğu Maaş promosyonu (61) kararı örnek olarak verilebilir. Söz konusu kararında Kurul, Bankacılık pazarında faaliyet gösteren yedi bankanın “centilmenlik anlaşması” adı altında, özel firmalara promosyon verilmemesi, protokolü devam eden kurum/firmalara diğer bankalar tarafından teklif verilmemesi konularında anlaşma yapmak suretiyle 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesi kapsamında rekabeti ihlal ettikleri sonucuna vararak, ilgili teşebbüslere idari para cezası vermiştir. Anılan kararın gerekçesinde, rakipler arasında gerçekleştirilen “centilmenlik anlaşması” sonucunda, kurumların ve personelin daha düşük kalitede hizmet almasına neden olunduğu, personelin daha düşük tutarda promosyon geliri elde etmesine yol açıldığı ve bankalar arasındaki rekabetin kısıtlandığı belirtilmiştir. Diğer taraftan, anlaşmada yer alan “özel firmalara promosyon verilmemesi” şeklindeki ihlal ile de çok sayıda özel sektör firmasının ve/veya çalışanının, rekabetin yaşanması durumunda elde edebilecekleri gelirin de engellendiği ifade edilmiştir. Şüphesiz söz konusu kararda geçen daha düşük kalitede hizmet alan ve gelir kaybına uğrayanların tüketiciler olduğu açıktır.

Yakın tarihli benzer bir karar ise otomotiv (62) kararıdır. Söz konusu kararda Kurul, yeni binek ve hafif ticari araçlar pazarında faaliyet gösteren Otomotiv Distribütörleri Derneği ve Otomotiv Sanayii Derneği üyesi 15 teşebbüsün; özellikle Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indirimi ve Euro kurundaki dalgalanmalar gibi sektörün genelini etkileyen değişiklikler sonrasında, geleceğe yönelik fiyat ve satış stratejileri ile hedef ve stok bilgilerini dernek çatısı altında toplantı ve/veya bireysel iletişimler yoluyla paylaşmak suretiyle 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesini ihlal ettikleri sonucuna vararak, ihlale taraf teşebbüslere idari para cezası vermiştir. Ayrıca haklarında soruşturma yürütülen tüm teşebbüslere (23 adet) ve ilgili teşebbüs birliklerine de 4054 sayılı Kanun’u ihlal edebilecek nitelikte karar ve uygulamalardan kaçınmaları gerektiğine ilişkin görüş bildirilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, söz konusu görüşmelerin bir bütün olarak ele alınması gerektiğinden hareketle, bu tür bilgilerin edinilmesi halinde, zam ve indirimlerin tahmin edilmesinin söz konusu olacağı ve hedef rakamını gerçekleştiren veya gerçekleştirmeye yakın olan teşebbüsün önemli fiyat indirimlerine gitmeyeceğinin rakiplerince anlaşılabileceği, bu hususun ise, rakiplerin olası fiyat indirimlerinden veya kampanyalardan vazgeçmelerini de beraberinde getirebileceği belirtilmiştir. Benzer şekilde, rakibinin ticari araca ağırlık verdiğini öğrenen bir teşebbüsün binek segmentinde fiyat artırımına gidebileceği ya da olası fiyat indiriminden vazgeçebileceği ifade edilmiştir. Kuşkusuz söz konusu işbirliğinin tüketicilerin zararına olduğu ve kararın sonuçlarının doğrudan tüketicileri olumlu yönde etkileyeceği anlaşılmaktadır.

Tüketicinin yararına olan örnekler arasında sayılan Turkcell (63) kararı ile günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir unsuru haline gelen cep telefonlarına getirilen sim kilit uygulamasının önüne geçilerek, tüketici refahına önemli bir katkı sağlanmıştır. Söz konusu kararda özetle, GSM hizmetleri pazarında hakim durumda olan Turkcell’in yaptığı çeşitli uygulamalarla distribütörlere ait cihazların rakip operatör hattı ile satılmasını engellediği, münhasır distribütörleri lehine ticari avantaj sağladığı, bu şekilde rakip operatörlerin ve cihaz distribütörlerinden bazılarının piyasadaki faaliyetlerini zorlaştırdığı tespit edilerek teşebbüs cezalandırılmış ve bu karar sayesinde, tüketicilerin istedikleri marka cep telefonu ile istedikleri GSM operatörünün hattını kullanmalarına olanak sağlanmıştır.

Tüketici refahının artırılmasına ilişkin diğer çarpıcı bir örnek ise, hakim durumdaki teşebbüsün aşırı fiyat uygulayarak tüketicileri olumsuz yönde etkileyen Belko (64) hakkındaki karardır. Rekabet Kurulunun, Ankara’da kömür temininde ve tüketime sunulmasında Ankara İli Umumi Hıfzıssıhha Kurulu Kararları ile tekel durumunda bulunan ve belediye sermayeli bir şirket olan Belko’ya ilişkin kararında, Belko’nun aynı veya eşdeğer nitelikteki kömürleri Ankara’da, rekabete açık diğer coğrafi pazarlarda oluşan fiyatlarına göre ortalama {1177b28494e7a81b0f973cd575278147255cb46d270d6f2d69149eff43b43308}60-70 oranında yüksek fiyatlarla satması değerlendirilmiştir. Belko’nun ilgili pazarda başka teşebbüslerin satış yapmasını engelleyecek şekilde kendisine sağlanan tekel imtiyazı ile kömür alımında ve sonrasında oluşan maliyetlerinin olması gerekenden yüksek seviyelerde gerçekleşmesine neden olmak ve buna bağlı olarak aşırı yüksek fiyat uygulamak suretiyle kötüye kullandığı ve böylece Kanun’un 6. maddesini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Bu kararla birlikte daha önce Ankara’da sadece Belko tarafından satılmakta olan ısınma amaçlı ithal parça kömür satış tekeli kaldırılmış ve Belko ile birlikte birçok özel teşebbüsün de kömür satışına olanak getirilerek, tüketicilere seçme imkanı tanınmış ve kömür fiyatlarında düşme sağlanmıştır.

Tüketicilerin zararına olacak şekilde Kanun’un 6. maddesinin ihlaline ilişkin bir başka örnek de Digitürk(65) kararıdır. Söz konusu kararda, Türkiye 1. Futbol Lig maçlarının banda kaydedilmiş görüntülerinin satış hakkına sahip olan Digitürk’ün, maç görüntülerini paket halinde satmak suretiyle haber amaçlı görüntü teminini zorlaştırdığı ve görüntü servisinde aynı gruba dahil olan Show TV lehine ayrımcılık yaparak hakim durumunu kötüye kullandığı tespit edilmiş ve ilgili teşebbüslere idari para cezası verilmiştir. Kurul, ilgili kararında ayrıca, Digitürk’ün, maç görüntülerini talep eden her yayıncıya peşin bir bedel karşılığında ve herhangi bir şart ileri sürmeksizin 1-3 dakika arası standart uzunlukta görüntüleri maç bitiminden en geç 45 dakika içinde vermesine ve herhangi bir yayın kuruluşu lehine ayrımcılık doğuran eylemlerden kaçınmasına karar vermiştir. Böylece, Digitürk’ün söz konusu eylemleri yasaklanırken, taraftarlar açısından da geniş bir seçim imkanı getirilmiştir.

Rekabet Kurulu, filmlerin sinemalara yönelik dağıtım pazarında hakim durumda bulunan Warner Bros.’un, sinema salonlarında gösterilecek olan filmleri piyasaya sürerken, nihai tüketiciye uygulanacak bilet fiyatlarını salon sahibi teşebbüslere dikte ederek sinema bileti fiyatlarına müdahalede bulunduğunu ve yeniden satış fiyatlarını belirlediğini tespit etmiş ve Kanun’un 4 ile 6. maddelerinin ihlaline son verilmesini sağlamıştır. Kararda (66) ayrıca ilgili teşebbüsün bu tür eylemlerine son vermesi gerektiği de belirtilmiştir. Böylece, salon sahipleri arasında yaşanacak rekabet sonucu ortaya çıkacak olan hizmet kalitesi ve düşük fiyatlar tüketicilerin yararına sonuç doğuracaktır.

Öğrenci ve velileri açısından önemli bir harcama kalemi olan dershanelere ilişkin Aydın Dershaneler (67) kararı da sonuçları itibarıyla tüketici refahına katkı sağlamaktadır. Kararda, Aydın ilindeki özel dershanelerin Aydın Dershaneler Birliği Derneği (Ayderbir) bünyesinde bir araya gelerek gerçekleştirilen ortak indirim çeki ve fen lisesi öğrencilerine indirim yapılmasının önlenmesi uygulamaları ile dershanelerin kayıt dönemlerinde tanıtım ve reklam faaliyetlerinde bulunmalarının, öğrencilere çeşitli hediye ve promosyon vermelerinin ve diğer dershanelerin öğretmenlerine teklif götürmelerinin Ayderbir onayına tabi olması yönündeki uygulamaların 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesi kapsamında ihlal teşkil edebilecek nitelikte olması nedeniyle bu uygulamaların sona erdirilmesine karar verilmiştir. Ayrıca ilgili Dernekçe uygulamalara son verildiğine ilişkin yazıların tüm üyelerine gönderilmesi ve yerel basına açıklama yapılarak bu hususun kamuoyuna duyurulması gerektiği de karara bağlanan hususlar arasındadır.

Rekabet Kurulunun tüketicilerin temel gıda maddesi olan ekmek hakkında aldığı kararlarda da şüphesiz tüketici yararının ön planda tutulduğu görülmektedir. Buna ilişkin olarak Kütahya ekmek (68) kararı örnek olarak verilebilir. Kararda, Kütahya il merkezinde faaliyet gösteren 16 fırın/fırıncının bir araya gelerek ekmek dağıtımını tek bir şirket çatısı altında gerçekleştirmek üzere bir ortak girişim (OG) şirketi kurdukları ve bu şirket vasıtasıyla rekabetçi davranışlarını koordine ederek, aktif rekabetten kaçındıkları ve böylece fırıncılar arasında hem kalite hem de fiyat değişkenleri üzerinde rekabet etme dürtüsünün ortadan kalktığı sonucuna ulaşılarak, teşebbüslerin Kanun’un 4. maddesini ihlal ettiklerine ve bu çerçevede haklarında idari para cezası verilmesine karar verilmiştir. Söz konusu olay ayrıca muafiyet koşulları açısından da incelenmiş ve her ne kadar OG şirketi aracılığıyla, dağıtımda bir maliyet avantajı oluşturularak ekonomik gelişme sağlanıyor olsa da, yaratılan bu maliyet avantajının tüketicilere yansıtılmadığı ve tüketicilerin, OG şirketinin pazarda faaliyet göstermediği duruma göre “daha pahalı ve kalitesiz ekmek” satın almak zorunda kaldıklarından hareketle, tüketicilerin zarar göreceği sonucuna varılmıştır. Ayrıca pazarın önemli bir bölümünde rekabetin ortadan kalktığı ve pazardaki rekabetin gereğinden çok sınırlandırıldığı da tespit edilerek, söz konusu işleme muafiyet tanınmamıştır.

Tüketiciler arasında özellikle düşük ve orta gelirli kişilerin tercih ettiği otobüs ile şehirler arası yolcu taşımacılığına ilişkin alınan kararlar da doğrudan tüketicilerin menfaatine yönelik örnekler arasındadır. Konuya ilişkin alınan bir kararda, Kastamonu ilinde şehirlerarası yolcu taşımacılığı yapan bazı otobüs işletmelerinin, Ulaştırma Bakanlığınca tespit edilen asgari fiyatların {1177b28494e7a81b0f973cd575278147255cb46d270d6f2d69149eff43b43308}50 ve üzerinde ortak fiyat tespit ettikleri ve bu teşebbüslerin yaptıkları anlaşmalarla zarar etmenin önüne geçmekten ziyade tekel karları elde etmek maksadıyla bu tür uygulamalar içerisine girdikleri tespit edilmiştir. Kararın gerekçesinde, teşebbüslerin, normal piyasa koşullarında sundukları mal ve hizmetleri müşterilere satabilmek için bir yarış içerisine girdiklerini, bu yarışın, özellikle ve öncelikle malın/hizmetin fiyatında ve kalitesinde gerçekleştiğini, aynı pazarda bulunan teşebbüslerin bu iki unsur üzerinde yeknesaklık sağlamak için mutabakata varmaları durumunda, tüketiciler aleyhine olarak ilgili ürün üreticilerine haksız bir gelir sağlanmış olacağı vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla, tüketici menfaati göz önünde bulundurularak, ilgili teşebbüslerin birlikte fiyat tespit etmek suretiyle Kanun’un 4. maddesini ihlal ettiklerine karar verilmiş ve haklarında idari para cezası hükmedilmiştir.

Rekabet Kurulunun yukarıda yer verilen sektörlere ilişkin kararlarının yanı sıra; telekomünikasyon, kredi kartı ile ödeme hizmetleri, beşeri ilaç, tıbbi sarf malzemeleri, sigorta hizmetleri, çimento, hazır beton, demir-çelik, akaryakıt ve benzeri pazarlara yönelik tüketicilerin yararına ilişkin çok sayıda kararı bulunmaktadır.

VI- SONUÇ

Rekabeti tesis etmeye ve korumaya yönelik her rekabet hukuku kuralının temelinde tüketicinin korunması düşüncesi yatmaktadır. Bunun en belirgin kanıtı da kanun koyucuların rekabet kurallarına ilişkin ilk düzenlemelerinde, yiyecek, giyecek gibi tüketicilerin temel ihtiyaç maddeleri pazarlarında rekabetin tesisini sağlamaya yönelmiş olmalarıdır. Ancak ekonomi biliminde yaşanan gelişmelerle rekabetten asıl beklenenin tüketicilerin korunması değil, iktisadi verimlilik olduğu iddiası ileri sürülse de, rekabetin tesisi ile elde edilmek istenen yegâne amaç ekonomik hayatın düzenlenmesi değildir. Bir başka deyişle rekabet hukukunun koruma alanı ekonomik yararın elde edilmesinden daha kapsamlıdır. (70)

Bu nedenle olaya daha geniş bir perspektiften bakıldığında, serbest piyasa ekonomisinin temelini oluşturan rekabetin, ekonomik ve sosyal yaşamı bir arada etkilediği görülecektedir. Kuşkusuz rekabete dayalı bir piyasa ekonomisinin yarattığı olumlu etkiler kendisini sosyal yaşamda da hissettirecektir. Burada toplumsal refahın mı yoksa tüketici refahının mı ön planda bulunduğu tartışmalı olmakla beraber, genel kabul edilen görüş, tüketici refahının ençoklaştırılmasıdır. (71) Esasen birbiriyle son derece iç içe olan bu kavramlarda amaç ne olursa olsun, sonuçları itibarıyla, rekabet kurallarının iyi işlemesi her zaman için tüketici yararına olacaktır. Tersi bir anlatımla, rekabet ihlalinin olduğu durumlarda, tüketicilerin refah kaybına uğradığını söylemek doğru olacaktır.

Özetle, asıl amacı ekonomik yaşamın serbest piyasa ekonomisi kurallarına göre şekillendirilmesini sağlamak olan rekabet hukuku, bir yönüyle teşebbüsler açısından fırsat eşitliğini ve girişim özgürlüğünü temin ederken, diğer yönüyle ya rekabetin tesisinin hemen ardından ya da orta veya uzun vadede tüketiciler açısından, fiyatlardaki düşüş, kalitenin ve ürün çeşitliliğinin arttırılması, teknolojik ilerleme, mal veya hizmet arzında devamlılık gibi etkileri nedeniyle rekabetin ortaya çıkardığı ekonomik sonuçlardan fayda sağlamış olacaktır. Diğer taraftan rekabet ihlalinden zarar gören tüketicilerin, 4054 sayılı Kanun’un özel hukuk alanına ilişkin hükümleri çerçevesinde, tazminat davası açma hakkı ile uğranılan zararı üç kat misli ile telafi etme imkanı bulunmaktadır. Esasen Kanun’daki tazminata ilişkin özel hukuk düzenlemesi, bir taraftan zarar görenlerin, zararlarının giderilmesine olanak tanırken, diğer taraftan Kanun ile hedeflenen rekabetin korunması amacının gerçekleşmesine katkı sağlamaktadır. Nitekim üç kat tazminat düzenlemesi, zarar görenleri cesaretlendirip dava yoluna başvurmalarını teşvik ederken, teşebbüsler yönüyle de Kanun’un ihlali açısından caydırıcı etki yaratacaktır. Bu yönüyle özel hukuk yaptırımları rekabetin korunması amacına yönelik olarak düzenlenen idari uygulamaları tamamlayıcı niteliktedir. Bu itibarla rekabet ihlallerinden dolayı özellikle zarar gören tüketicilerin tazminat davalarına yönlendirilmesi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Ancak, özellikle düşük miktarda zarara uğramış olan tüketiciler açısından dava masrafları, davayı kaybetme r iski ve zaman kaybı gibi faktörler tüketicilerin dava açmalarına engel teşkil edebilir. Bu bakımdan, tüketicilerin dava açmalarını kolaylaştırıcı mekanizmalara yer verilmesi son derece önemlidir. (72) ABD’de oldukça yaygın ve başarıyla uygulanan, Avrupa Birliğinde ise gittikçe önem kazanan, toplu dava imkanı ile mahkeme ve avukatlık ücretlerine ilişkin tüketicileri gözeten düzenlemelerin getirilmesi bu mekanizmaların başlıcalarını oluşturmaktadır. Son söz olarak, amaç ister tüketicilerin yararı isterse rekabetin korunması, savunması veya kültürünün gelişmesi adına olsun, öncelikle ilgili kamu kurumlarının (73) da desteği ile tüketicilerin ayrı dava açma hakları saklı kalmak suretiyle, rekabet hukuku konusunda tüketici örgütleri/birliklerine toplu dava açma veya tüketicilere birlikte ve doğrudan dava açma yetkisinin verilmesi bu amaca katkı sağlayacaktır.

Murat ÖZEYRANOĞLU / Rekabet Kurumu İnceleme Uzmanı